Saffat Suresi ve Meali

  • بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
  • وَالصَّٓافَّاتِ صَفاًّۙ١1 - Sıra Sıra duran ve önlerindekini sürdükçe süren ve Allah'ı andıkça anan meleklere and olsun ki, sizin Tanrınız birdir; göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların -doğuların da- Rabbidir.
  • فَالزَّاجِرَاتِ زَجْراًۙ٢2 - Sıra Sıra duran ve önlerindekini sürdükçe süren ve Allah'ı andıkça anan meleklere and olsun ki, sizin Tanrınız birdir; göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların -doğuların da- Rabbidir.
  • فَالتَّالِيَاتِ ذِكْراًۙ٣3 - Sıra Sıra duran ve önlerindekini sürdükçe süren ve Allah'ı andıkça anan meleklere and olsun ki, sizin Tanrınız birdir; göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların -doğuların da- Rabbidir.
  • اِنَّ اِلٰهَكُمْ لَوَاحِدٌۜ٤4 - Sıra Sıra duran ve önlerindekini sürdükçe süren ve Allah'ı andıkça anan meleklere and olsun ki, sizin Tanrınız birdir; göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların -doğuların da- Rabbidir.
  • رَبُّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا وَرَبُّ الْمَشَارِقِۜ٥5 - Sıra Sıra duran ve önlerindekini sürdükçe süren ve Allah'ı andıkça anan meleklere and olsun ki, sizin Tanrınız birdir; göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların -doğuların da- Rabbidir.
  • اِنَّا زَيَّنَّا السَّمَٓاءَ الدُّنْيَا بِز۪ينَةٍۨ الْـكَوَاكِبِۙ٦6 - Şüphesiz Biz, yakın göğü bir süsle, yıldızlarla süsledik.
  • وَحِفْظاً مِنْ كُلِّ شَيْطَانٍ مَارِدٍۚ٧7 - Onu, inatçı her türlü şeytandan koruduk.
  • لَا يَسَّمَّعُونَ اِلَى الْمَلَأِ الْاَعْلٰى وَيُقْذَفُونَ مِنْ كُلِّ جَانِبٍۗ٨8 - Onlar yüce alemi asla dinleyemezler. Her yönden kovularak atılırlar. Onlara sürekli bir azap vardır.
  • دُحُوراً وَلَهُمْ عَذَابٌ وَاصِبٌۙ٩9 - Onlar yüce alemi asla dinleyemezler. Her yönden kovularak atılırlar. Onlara sürekli bir azap vardır.
  • اِلَّا مَنْ خَطِفَ الْخَطْفَةَ فَاَتْبَعَهُ شِهَابٌ ثَاقِبٌ١٠10 - Hele bir tek söz kapan olsun; delici bir alev onun peşine düşüverir.
  • فَاسْتَفْتِهِمْ اَهُمْ اَشَدُّ خَلْقاً اَمْ مَنْ خَلَقْنَاۜ اِنَّا خَلَقْنَاهُمْ مِنْ ط۪ينٍ لَازِبٍ١١11 - Allah'a eş koşanlara sor: Kendilerini yaratmak mı daha zordur, yoksa Bizim yarattığımız gökleri yaratmak mı? Aslında Biz kendilerini özlü ve yapışkan çamurdan yaratmışızdır.
  • بَلْ عَجِبْتَ وَيَسْخَرُونَۖ١٢12 - Evet; sen onlara şaşıyorsun, onlar da seni alaya alıyorlar.
  • وَاِذَا ذُكِّرُوا لَا يَذْكُرُونَۖ١٣13 - Onlara öğüt verildiğinde öğüt dinlemezler.
  • وَاِذَا رَاَوْا اٰيَةً يَسْتَسْخِرُونَۖ١٤14 - Bir mucize gördüklerinde onu eğlenceye alırlar.
  • وَقَالُٓوا اِنْ هٰذَٓا اِلَّا سِحْرٌ مُب۪ينٌۚ١٥15 - "Bu apaçık bir sihirdir; öldüğümüz, toprak ve kemik olduğumuz zaman, önceki babalarımız yahut biz mi dirileceğiz?" derler.
  • ءَاِذَا مِتْنَا وَكُنَّا تُرَاباً وَعِظَاماً ءَاِنَّا لَمَبْعُوثُونَۙ١٦16 - "Bu apaçık bir sihirdir; öldüğümüz, toprak ve kemik olduğumuz zaman, önceki babalarımız yahut biz mi dirileceğiz?" derler.
  • اَوَاٰبَٓاؤُ۬نَا الْاَوَّلُونَۜ١٧17 - "Bu apaçık bir sihirdir; öldüğümüz, toprak ve kemik olduğumuz zaman, önceki babalarımız yahut biz mi dirileceğiz?" derler.
  • قُلْ نَعَمْ وَاَنْتُمْ دَاخِرُونَۚ١٨18 - De ki: "Evet hem de zelil ve hakir olarak."
  • فَاِنَّمَا هِيَ زَجْرَةٌ وَاحِدَةٌ فَاِذَا هُمْ يَنْظُرُونَ١٩19 - Tek bir çığlık. Hemen bakıp kalırlar.
  • وَقَالُوا يَا وَيْلَنَا هٰذَا يَوْمُ الدّ۪ينِ٢٠20 - Şöyle derler: "Vay bize! İşte bu ceza günüdür."
  • هٰذَا يَوْمُ الْفَصْلِ الَّذ۪ي كُنْتُمْ بِه۪ تُكَذِّبُونَ۟٢١21 - Onlara: "İşte bu, yalanladığınız hüküm günüdür" denir.
  • اُحْشُرُوا الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا وَاَزْوَاجَهُمْ وَمَا كَانُوا يَعْبُدُونَۙ٢٢22 - İlgililere şöyle emredilir: "Zulmedenleri, onlarla işbirliği edenleri ve Allah'ı bırakıp da taptıklarını derleyin. Onları cehennem yoluna koyun."
  • مِنْ دُونِ اللّٰهِ فَاهْدُوهُمْ اِلٰى صِرَاطِ الْجَح۪يمِۙ٢٣23 - İlgililere şöyle emredilir: "Zulmedenleri, onlarla işbirliği edenleri ve Allah'ı bırakıp da taptıklarını derleyin. Onları cehennem yoluna koyun."
  • وَقِفُوهُمْ اِنَّهُمْ مَسْؤُ۫لُونَۙ٢٤24 - "Onları durdurun; çünkü kendilerinden daha da sorulacaktır."
  • مَا لَـكُمْ لَا تَنَاصَرُونَ٢٥25 - Şöyle sorulur: "Size ne oldu ki birbirinizle yardımlaşmıyorsunuz?"
  • بَلْ هُمُ الْيَوْمَ مُسْتَسْلِمُونَ٢٦26 - Hayır; bugün onların hepsi teslim olmuşlardır.
  • وَاَقْبَلَ بَعْضُهُمْ عَلٰى بَعْضٍ يَتَسَٓاءَلُونَ٢٧27 - Birbirlerine dönüp soruşurlar.
  • قَالُٓوا اِنَّكُمْ كُنْتُمْ تَأْتُونَنَا عَنِ الْيَم۪ينِ٢٨28 - İleri gelenlerine: "Doğrusu siz bize sureti hakdan görünürdünüz" derler.
  • قَالُوا بَلْ لَمْ تَكُونُوا مُؤْمِن۪ينَۚ٢٩29 - Onlar da şöyle derler: "Hayır; siz inanmış kimseler değildiniz."
  • وَمَا كَانَ لَنَا عَلَيْكُمْ مِنْ سُلْطَانٍۚ بَلْ كُنْتُمْ قَوْماً طَاغ۪ينَ٣٠30 - "Bizim sizin üstünüzde bir nüfuzumuz yoktu. Bilakis, azmış bir millettiniz."
  • فَحَقَّ عَلَيْنَا قَوْلُ رَبِّنَاۗ اِنَّا لَذَٓائِقُونَ٣١31 - "Bu sebeple, Rabbimizin sözü aleyhimizde gerçekleşti. şüphesiz azabı tadacağız."
  • فَاَغْوَيْنَا‌كُمْ اِنَّا كُنَّا غَاو۪ينَ٣٢32 - "Sizi biz azdırmıştık, çünkü kendimiz azgındık".
  • فَاِنَّهُمْ يَوْمَئِذٍ فِي الْعَذَابِ مُشْتَرِكُونَ٣٣33 - O gün hepsi azabda birleşirler.
  • اِنَّا كَذٰلِكَ نَفْعَلُ بِالْمُجْرِم۪ينَ٣٤34 - Doğrusu suçlulara böyle yaparız.
  • اِنَّهُمْ كَانُٓوا اِذَا ق۪يلَ لَهُمْ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ يَسْتَكْبِرُونَۙ٣٥35 - Onlara: "Allah'tan başka tanrı yoktur" denildiği zaman şüphesiz büyüklenirler.
  • وَيَقُولُونَ اَئِنَّا لَتَارِكُٓوا اٰلِهَتِنَا لِشَاعِرٍ مَجْنُونٍۜ٣٦36 - "Deli bir şair yüzünden tanrılarımızı mı bırakalım?" derlerdi.
  • بَلْ جَٓاءَ بِالْحَقِّ وَصَدَّقَ الْمُرْسَل۪ينَ٣٧37 - Hayır; o, gerçeği getirmiş ve peygamberleri doğrulamıştı.
  • اِنَّكُمْ لَذَٓائِقُوا الْعَذَابِ الْاَل۪يمِۚ٣٨38 - Şüphesiz siz can yakıcı azabı tadacaksınız.
  • وَمَا تُجْزَوْنَ اِلَّا مَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَۙ٣٩39 - Yaptığınızdan başka birşeyle cezalanmayacaksınız.
  • اِلَّا عِبَادَ اللّٰهِ الْمُخْلَص۪ينَ٤٠40 - Ancak Allah'a içten bağlı kullar bunun dışındadır.
  • اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ رِزْقٌ مَعْلُومٌۙ٤١41 - İşte bildirilen rızık ve meyveler onlaradır. Nimet cennetlerinde, karşılıklı tahtlar üzerinde kendilerine ikram olunur.
  • فَوَا‌كِهُۚ وَهُمْ مُكْرَمُونَۙ٤٢42 - İşte bildirilen rızık ve meyveler onlaradır. Nimet cennetlerinde, karşılıklı tahtlar üzerinde kendilerine ikram olunur.
  • ف۪ي جَنَّاتِ النَّع۪يمِۙ٤٣43 - İşte bildirilen rızık ve meyveler onlaradır. Nimet cennetlerinde, karşılıklı tahtlar üzerinde kendilerine ikram olunur.
  • عَلٰى سُرُرٍ مُتَقَابِل۪ينَ٤٤44 - İşte bildirilen rızık ve meyveler onlaradır. Nimet cennetlerinde, karşılıklı tahtlar üzerinde kendilerine ikram olunur.
  • يُطَافُ عَلَيْهِمْ بِكَأْسٍ مِنْ مَع۪ينٍۙ٤٥45 - Baş ağrısı vermeyen, sarhoş etmeyen, içenlere zevk bahşeden bembeyaz bir kaynaktan doldurulmuş kadehler sunulur.
  • بَيْضَٓاءَ لَذَّةٍ لِلشَّارِب۪ينَۚ٤٦46 - Baş ağrısı vermeyen, sarhoş etmeyen, içenlere zevk bahşeden bembeyaz bir kaynaktan doldurulmuş kadehler sunulur.
  • لَا ف۪يهَا غَوْلٌ وَلَا هُمْ عَنْهَا يُنْزَفُونَ٤٧47 - Baş ağrısı vermeyen, sarhoş etmeyen, içenlere zevk bahşeden bembeyaz bir kaynaktan doldurulmuş kadehler sunulur.
  • وَعِنْدَهُمْ قَاصِرَاتُ الطَّرْفِ ع۪ينٌۙ٤٨48 - Yanlarında, örtülü yumurta gibi (bembeyaz), bakışlarını da yalnız eşlerine çevirmiş güzel gözlüler vardır.
  • كَاَنَّهُنَّ بَيْضٌ مَكْنُونٌ٤٩49 - Yanlarında, örtülü yumurta gibi (bembeyaz), bakışlarını da yalnız eşlerine çevirmiş güzel gözlüler vardır.
  • فَاَقْبَلَ بَعْضُهُمْ عَلٰى بَعْضٍ يَتَسَٓاءَلُونَ٥٠50 - Birbirlerine dönüp sorarlar:
  • قَالَ قَٓائِلٌ مِنْهُمْ اِنّ۪ي كَانَ ل۪ي قَر۪ينٌۙ٥١51 - İçlerinden biri şöyle der: "Benim bir dostum vardı, bana: 'Sen de mi, ölüp toprak ve kemik olduğumuz zaman dirilerek ceza göreceğimizi tasdik edenlerdensin?' derdi."
  • يَقُولُ اَئِنَّكَ لَمِنَ الْمُصَدِّق۪ينَ٥٢52 - İçlerinden biri şöyle der: "Benim bir dostum vardı, bana: 'Sen de mi, ölüp toprak ve kemik olduğumuz zaman dirilerek ceza göreceğimizi tasdik edenlerdensin?' derdi."
  • ءَاِذَا مِتْنَا وَكُنَّا تُرَاباً وَعِظَاماً ءَاِنَّا لَمَد۪ينُونَ٥٣53 - İçlerinden biri şöyle der: "Benim bir dostum vardı, bana: 'Sen de mi, ölüp toprak ve kemik olduğumuz zaman dirilerek ceza göreceğimizi tasdik edenlerdensin?' derdi."
  • قَالَ هَلْ اَنْتُمْ مُطَّلِعُونَ٥٤54 - Yanındakilere: "Siz onu bilir misiniz?" der.
  • فَاطَّـلَعَ فَرَاٰهُ ف۪ي سَوَٓاءِ الْجَح۪يمِ٥٥55 - Bir bakar onu cehennemin ortasında görür.
  • قَالَ تَاللّٰهِ اِنْ كِدْتَ لَتُرْد۪ينِۙ٥٦56 - Ona der ki: "Allah'a and olsun ki, az kalsın beni de mahvedecektin."
  • وَلَوْلَا نِعْمَةُ رَبّ۪ي لَكُنْتُ مِنَ الْمُحْضَر۪ينَ٥٧57 - "Eğer Rabbimin lütfu olmasaydı ben de oraya götürülenlerden olurdum."
  • اَفَمَا نَحْنُ بِمَيِّت۪ينَۙ٥٨58 - "Birinci ölümden sonra bir daha ölmeyeceğiz değil mi? Azap da görmeyeceğiz ha?"
  • اِلَّا مَوْتَتَنَا الْاُو۫لٰى وَمَا نَحْنُ بِمُعَذَّب۪ينَ٥٩59 - "Birinci ölümden sonra bir daha ölmeyeceğiz değil mi? Azap da görmeyeceğiz ha?"
  • اِنَّ هٰذَا لَهُوَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ٦٠60 - İşte büyük kurtuluş şüphesiz budur.
  • لِمِثْلِ هٰذَا فَلْيَعْمَلِ الْعَامِلُونَ٦١61 - Çalışanlar bunun için çalışsın.
  • اَذٰلِكَ خَيْرٌ نُزُلاً اَمْ شَجَرَةُ الزَّقُّومِ٦٢62 - Konukluk olarak bu mu iyidir, yoksa zakkum ağacı mı?
  • اِنَّا جَعَلْنَاهَا فِتْنَةً لِلظَّالِم۪ينَ٦٣63 - Biz o ağacı, zalimler için bir dert yaptık.
  • اِنَّهَا شَجَرَةٌ تَخْرُجُ ف۪ٓي اَصْلِ الْجَح۪يمِۙ٦٤64 - O, cehennemin dibinde çıkan bir ağaçtır.
  • طَلْعُهَا كَاَنَّهُ رُؤُ۫سُ الشَّيَاط۪ينِ٦٥65 - Tomurcukları şeytan başı gibidir.
  • فَاِنَّهُمْ لَاٰكِلُونَ مِنْهَا فَمَالِؤُ۫نَ مِنْهَا الْبُطُونَۜ٦٦66 - İşte cehennemlikler bundan yerler, karınlarını onunla doldururlar.
  • ثُمَّ اِنَّ لَهُمْ عَلَيْهَا لَشَوْباً مِنْ حَم۪يمٍۚ٦٧67 - Sonra, üzerine kaynar su katılmış içki şüphesiz onlar içindir.
  • ثُمَّ اِنَّ مَرْجِعَهُمْ لَاِلَى الْجَح۪يمِ٦٨68 - Doğrusu sonra dönecekleri yer yine cehennemdir.
  • اِنَّهُمْ اَلْفَوْا اٰبَٓاءَهُمْ ضَٓالّ۪ينَۙ٦٩69 - Onlar babalarını şüphesiz sapık kimseler olarak bulmuşlardı.
  • فَهُمْ عَلٰٓى اٰثَارِهِمْ يُهْرَعُونَ٧٠70 - Öyleyken yine de onların izlerinden kovalanırcasına koşturuyorlardı.
  • وَلَقَدْ ضَلَّ قَبْلَهُمْ اَكْثَرُ الْاَوَّل۪ينَۙ٧١71 - Onlardan önce, evvelki ümmetlerin çoğu, and olsun ki sapıtmıştı.
  • وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا ف۪يهِمْ مُنْذِر۪ينَ٧٢72 - And olsun ki, içlerine uyarıcılar göndermiştik.
  • فَانْظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُنْذَر۪ينَۙ٧٣73 - Uyarıldığı halde yola gelmeyenlerin sonunun nasıl olduğuna bir bak!
  • اِلَّا عِبَادَ اللّٰهِ الْمُخْلَص۪ينَ۟٧٤74 - Allah'ın, O'na içten bağlanan kulları bunun dışındadır.
  • وَلَقَدْ نَادٰينَا نُوحٌ فَلَنِعْمَ الْمُج۪يبُونَۚ٧٥75 - And olsun ki, Nuh Bize seslenmişti de duasına ne güzel icabet etmiştik.
  • وَنَجَّيْنَاهُ وَاَهْلَهُ مِنَ الْكَرْبِ الْعَظ۪يمِۘ٧٦76 - Onu ve ailesini büyük sıkıntıdan kurtarmıştık.
  • وَجَعَلْنَا ذُرِّيَّتَهُ هُمُ الْبَاق۪ينَۘ٧٧77 - Ancak onun soyunu sürekli kıldık.
  • وَتَرَكْنَا عَلَيْهِ فِي الْاٰخِر۪ينَۘ٧٨78 - Sonra gelenler içinde "Alemlerde, Nuh'a selam olsun" diye ona iyi bir ün bıraktık.
  • سَلَامٌ عَلٰى نُوحٍ فِي الْعَالَم۪ينَ٧٩79 - Sonra gelenler içinde "Alemlerde, Nuh'a selam olsun" diye ona iyi bir ün bıraktık.
  • اِنَّا كَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِن۪ينَ٨٠80 - İşte Biz iyi davrananları böyle mükafatlandırırız.
  • اِنَّهُ مِنْ عِبَادِنَا الْمُؤْمِن۪ينَ٨١81 - Doğrusu o, bizim inanmış kullarımızdandı.
  • ثُمَّ اَغْرَقْنَا الْاٰخَر۪ينَ٨٢82 - Sonra, diğerlerini suda boğduk.
  • وَاِنَّ مِنْ ش۪يعَتِه۪ لَاِبْرٰه۪يمَۢ٨٣83 - İbrahim de şüphesiz O'nun yolunda olanlardandı.
  • اِذْ جَٓاءَ رَبَّهُ بِقَلْبٍ سَل۪يمٍ٨٤84 - Nitekim Rabbine temiz bir kalple geldi.
  • اِذْ قَالَ لِاَب۪يهِ وَقَوْمِه۪ مَاذَا تَعْبُدُونَۚ٨٥85 - İbrahim babasına ve milletine şöyle demişti: "Nelere kulluk ediyorsunuz?"
  • اَئِفْكاً اٰلِهَةً دُونَ اللّٰهِ تُر۪يدُونَۜ٨٦86 - "Allah'ı bırakıp uydurma tanrılar mı istiyorsunuz?"
  • فَمَا ظَنُّكُمْ بِرَبِّ الْعَالَم۪ينَ٨٧87 - "Alemlerin Rabbi hakkındaki sanınız nedir?"
  • فَنَظَرَ نَظْرَةً فِي النُّجُومِۙ٨٨88 - İbrahim yıldızlara bir göz attı ve "Ben rahatsızım" dedi.
  • فَقَالَ اِنّ۪ي سَق۪يمٌ٨٩89 - İbrahim yıldızlara bir göz attı ve "Ben rahatsızım" dedi.
  • فَتَوَلَّوْا عَنْهُ مُدْبِر۪ينَ٩٠90 - Onu bırakıp gittiler.
  • فَرَاغَ اِلٰٓى اٰلِهَتِهِمْ فَقَالَ اَلَا تَأْكُلُونَۚ٩١91 - O da onların tanrılarına gizlice yönelip: "Sundukları yiyecekleri yemiyor musunuz? Ne o, konuşmuyor musunuz?" dedi.
  • مَا لَكُمْ لَا تَنْطِقُونَ٩٢92 - O da onların tanrılarına gizlice yönelip: "Sundukları yiyecekleri yemiyor musunuz? Ne o, konuşmuyor musunuz?" dedi.
  • فَرَاغَ عَلَيْهِمْ ضَرْباً بِالْيَم۪ينِ٩٣93 - Sonunda, üzerlerine yürüyüp kuvvetle vurdu.
  • فَاَقْبَلُٓوا اِلَيْهِ يَزِفُّونَ٩٤94 - Bunun üzerine putperestler koşarak ona geldiler.
  • قَالَ اَتَعْبُدُونَ مَا تَنْحِتُونَۙ٩٥95 - İbrahim onlara şöyle söyledi: "Yonttuğunuz şeylere mi tapıyorsunuz? Oysa sizi de, yonttuklarınızı da Allah yaratmıştır."
  • وَاللّٰهُ خَلَقَكُمْ وَمَا تَعْمَلُونَ٩٦96 - İbrahim onlara şöyle söyledi: "Yonttuğunuz şeylere mi tapıyorsunuz? Oysa sizi de, yonttuklarınızı da Allah yaratmıştır."
  • قَالُوا ابْنُوا لَهُ بُنْيَاناً فَاَلْقُوهُ فِي الْجَح۪يمِ٩٧97 - Putperestler: "Onun için bir yapı yapın da onu oradan ateşin içine atın" dediler.
  • فَاَرَادُوا بِه۪ كَيْداً فَجَعَلْنَاهُمُ الْاَسْفَل۪ينَ٩٨98 - Ona düzen kurmak istediler, ama Biz onları altettik.
  • وَقَالَ اِنّ۪ي ذَاهِبٌ اِلٰى رَبّ۪ي سَيَهْد۪ينِ٩٩99 - İbrahim: "Doğrusu ben Rabbim uğrunda sizi bırakıp gidiyorum; O beni doğru yola eriştirir" dedi.
  • رَبِّ هَبْ ل۪ي مِنَ الصَّالِح۪ينَ١٠٠100 - "Rabbim! Bana iyilerden olacak bir çocuk ver" diye yalvardı.
  • فَبَشَّرْنَاهُ بِغُلَامٍ حَل۪يمٍ١٠١101 - Biz de ona yumuşak huylu bir oğlan müjdeledik.
  • فَلَمَّا بَلَغَ مَعَهُ السَّعْيَ قَالَ يَا بُنَيَّ اِنّ۪ٓي اَرٰى فِي الْمَنَامِ اَنّ۪ٓي اَذْبَحُكَ فَانْظُرْ مَاذَا تَرٰىۜ قَالَ يَٓا اَبَتِ افْعَلْ مَا تُؤْمَرُۘ سَتَجِدُن۪ٓي اِنْ شَٓاءَ اللّٰهُ مِنَ الصَّابِر۪ينَ١٠٢102 - Çocuk kendisinin yanısıra yürümeye başlayınca: "Ey oğulcuğum! Doğrusu ben uykuda iken seni boğazladığımı görüyorum, bir düşün, ne dersin?" dedi. "Ey babacığım! Ne ile emrolundunsa yap, Allah dilerse, sabredenlerden olduğumu göreceksin" dedi.
  • فَلَمَّٓا اَسْلَمَا وَتَلَّهُ لِلْجَب۪ينِۚ١٠٣103 - Böylece ikisi de Allah' a teslimiyet gösterip, babası oğlunu alnı üzerine yatırınca Biz: "Ey İbrahim! Rüyayı gerçek yaptın; işte biz iyi davrananları böylece mükafatlandırırız" diye seslendik.
  • وَنَادَيْنَاهُ اَنْ يَٓا اِبْرٰه۪يمُۙ١٠٤104 - Böylece ikisi de Allah' a teslimiyet gösterip, babası oğlunu alnı üzerine yatırınca Biz: "Ey İbrahim! Rüyayı gerçek yaptın; işte biz iyi davrananları böylece mükafatlandırırız" diye seslendik.
  • قَدْ صَدَّقْتَ الرُّءْيَاۚ اِنَّا كَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِن۪ينَ١٠٥105 - Böylece ikisi de Allah' a teslimiyet gösterip, babası oğlunu alnı üzerine yatırınca Biz: "Ey İbrahim! Rüyayı gerçek yaptın; işte biz iyi davrananları böylece mükafatlandırırız" diye seslendik.
  • اِنَّ هٰذَا لَهُوَ الْبَلٰٓؤُا الْمُب۪ينُ١٠٦106 - Doğrusu bu apaçık bir deneme idi.
  • وَفَدَيْنَاهُ بِذِبْحٍ عَظ۪يمٍ١٠٧107 - Ona fidye olarak büyük bir kurbanlık verdik.
  • وَتَرَكْنَا عَلَيْهِ فِي الْاٰخِر۪ينَ١٠٨108 - Sonra gelenler içinde "İbrahim'e selam olsun" diye ona iyi bir ün bıraktık.
  • سَلَامٌ عَلٰٓى اِبْرٰه۪يمَ١٠٩109 - Sonra gelenler içinde "İbrahim'e selam olsun" diye ona iyi bir ün bıraktık.
  • كَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِن۪ينَ١١٠110 - İşte iyileri böylece mükafatlandırırız.
  • اِنَّهُ مِنْ عِبَادِنَا الْمُؤْمِن۪ينَ١١١111 - Doğrusu o, inanmış kullarımızdandı.
  • وَبَشَّرْنَاهُ بِاِسْحٰقَ نَبِياًّ مِنَ الصَّالِح۪ينَ١١٢112 - Ona, iyilerden olan İshak'ı peygamber olarak müjdeledik.
  • وَبَارَكْنَا عَلَيْهِ وَعَلٰٓى اِسْحٰقَۜ وَمِنْ ذُرِّيَّتِهِمَا مُحْسِنٌ وَظَالِمٌ لِنَفْسِه۪ مُب۪ينٌ۟١١٣113 - Kendisini ve İshak'ı mübarek kıldık; ikisinin soyundan iyi olan da vardır, açıktan açığa kendisine yazık eden de vardır.
  • وَلَقَدْ مَنَنَّا عَلٰى مُوسٰى وَهٰرُونَۚ١١٤114 - And olsun ki Musa ve Harun'a da iyilikte bulunmuştuk.
  • وَنَجَّيْنَاهُمَا وَقَوْمَهُمَا مِنَ الْكَرْبِ الْعَظ۪يمِۚ١١٥115 - İkisini ve milletlerini büyük bir sıkıntıdan kurtarmıştık.
  • وَنَصَرْنَاهُمْ فَكَانُوا هُمُ الْغَالِب۪ينَۚ١١٦116 - Onlara yardım etmiştik de üstün gelmişlerdi.
  • وَاٰتَيْنَاهُمَا الْكِتَابَ الْمُسْتَب۪ينَۚ١١٧117 - Her ikisine de, apaçık anlaşılan bir Kitap vermiştik.
  • وَهَدَيْنَاهُمَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَق۪يمَۚ١١٨118 - Her ikisini de doğru yola eriştirmiştik.
  • وَتَرَكْنَا عَلَيْهِمَا فِي الْاٰخِر۪ينَ١١٩119 - Sonra gelenler içinde "Musa ve Harun'a selam olsun" diye iyi birer ün bıraktık.
  • سَلَامٌ عَلٰى مُوسٰى وَهٰرُونَ١٢٠120 - Sonra gelenler içinde "Musa ve Harun'a selam olsun" diye iyi birer ün bıraktık.
  • اِنَّا كَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِن۪ينَ١٢١121 - Doğrusu Biz, iyileri böylece mükafatlandırırız.
  • اِنَّهُمَا مِنْ عِبَادِنَا الْمُؤْمِن۪ينَ١٢٢122 - İkisi de şüphesiz inanmış kullarımızdandı.
  • وَاِنَّ اِلْيَاسَ لَمِنَ الْمُرْسَل۪ينَۜ١٢٣123 - Doğrusu İlyas da peygamberlerdendir.
  • اِذْ قَالَ لِقَوْمِه۪ٓ اَلَا تَتَّقُونَ١٢٤124 - Milletine: "Allah'a karşı gelmekten sakınmaz mısınız? Biçim verenlerin en iyisi olan, sizin de Rabbiniz, önceki babalarınızın da Rabbi bulunan Allah'ı bırakıp da Baal putuna mı taparsınız?" demişti.
  • اَتَدْعُونَ بَعْلاً وَتَذَرُونَ اَحْسَنَ الْخَالِق۪ينَۙ١٢٥125 - Milletine: "Allah'a karşı gelmekten sakınmaz mısınız? Biçim verenlerin en iyisi olan, sizin de Rabbiniz, önceki babalarınızın da Rabbi bulunan Allah'ı bırakıp da Baal putuna mı taparsınız?" demişti.
  • اَللّٰهَ رَبَّكُمْ وَرَبَّ اٰبَٓائِكُمُ الْاَوَّل۪ينَ١٢٦126 - Milletine: "Allah'a karşı gelmekten sakınmaz mısınız? Biçim verenlerin en iyisi olan, sizin de Rabbiniz, önceki babalarınızın da Rabbi bulunan Allah'ı bırakıp da Baal putuna mı taparsınız?" demişti.
  • فَكَذَّبُوهُ فَاِنَّهُمْ لَمُحْضَرُونَۙ١٢٧127 - Bunun üzerine onu yalanlamışlardı. Allah'ın O'na içten bağlı kulları bir yana, bunların hepsi cehenneme götürüleceklerdi.
  • اِلَّا عِبَادَ اللّٰهِ الْمُخْلَص۪ينَ١٢٨128 - Bunun üzerine onu yalanlamışlardı. Allah'ın O'na içten bağlı kulları bir yana, bunların hepsi cehenneme götürüleceklerdi.
  • وَتَرَكْنَا عَلَيْهِ فِي الْاٰخِر۪ينَ١٢٩129 - Sonra gelenler içinde, "İlyas'a selam olsun" diye bir ün bıraktık.
  • سَلَامٌ عَلٰٓى اِلْ‌يَاس۪ينَ١٣٠130 - Sonra gelenler içinde, "İlyas'a selam olsun" diye bir ün bıraktık.
  • اِنَّا كَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِن۪ينَ١٣١131 - Doğrusu Biz iyileri böylece mükafatlandırırız.
  • اِنَّهُ مِنْ عِبَادِنَا الْمُؤْمِن۪ينَ١٣٢132 - O, inanmış kullarımızdandı.
  • وَاِنَّ لُوطاً لَمِنَ الْمُرْسَل۪ينَۜ١٣٣133 - Şüphesiz Lut da peygamberlerdendir.
  • اِذْ نَجَّيْنَاهُ وَاَهْلَـهُٓ اَجْمَع۪ينَۙ١٣٤134 - Geridekiler arasında kalan yaşlı bir kadın dışında, Lut'u ve ailesinin hepsini kurtarmıştık.
  • اِلَّا عَجُوزاً فِي الْغَابِر۪ينَ١٣٥135 - Geridekiler arasında kalan yaşlı bir kadın dışında, Lut'u ve ailesinin hepsini kurtarmıştık.
  • ثُمَّ دَمَّرْنَا الْاٰخَر۪ينَ١٣٦136 - Sonra diğerlerini yok etmiştik.
  • وَاِنَّكُمْ لَتَمُرُّونَ عَلَيْهِمْ مُصْبِح۪ينَۙ١٣٧137 - Sabah akşam, onların yerleri üzerinden geçersiniz. Akletmez misiniz?
  • وَبِالَّيْلِۜ اَفَلَا تَعْقِلُونَ۟١٣٨138 - Sabah akşam, onların yerleri üzerinden geçersiniz. Akletmez misiniz?
  • وَاِنَّ يُونُسَ لَمِنَ الْمُرْسَل۪ينَۜ١٣٩139 - Doğrusu Yunus da peygamberlerdendir.
  • اِذْ اَبَقَ اِلَى الْفُلْكِ الْمَشْحُونِۙ١٤٠140 - Dolu bir gemiye kaçmıştı.
  • فَسَاهَمَ فَكَانَ مِنَ الْمُدْحَض۪ينَۚ١٤١141 - Gemide olanlarla karşılıklı kura çekmişti de yenilenlerden olmuştu, bu sebeple denize atılmıştı.
  • فَالْتَقَمَهُ الْحُوتُ وَهُوَ مُل۪يمٌ١٤٢142 - Kendini kınarken onu bir balık yutmuştu.
  • فَلَوْلَٓا اَنَّهُ كَانَ مِنَ الْمُسَبِّح۪ينَۙ١٤٣143 - Eğer Allah'ı tesbih edenlerden olmasaydı, tekrar diriltilecek güne kadar balığın karnında kalacaktı.
  • لَلَبِثَ ف۪ي بَطْنِه۪ٓ اِلٰى يَوْمِ يُبْعَثُونَ١٤٤144 - Eğer Allah'ı tesbih edenlerden olmasaydı, tekrar diriltilecek güne kadar balığın karnında kalacaktı.
  • فَنَبَذْنَاهُ بِالْعَرَٓاءِ وَهُوَ سَق۪يمٌۚ١٤٥145 - Halsiz bir halde iken kendisini sahile çıkardık.
  • وَاَنْبَتْنَا عَلَيْهِ شَجَرَةً مِنْ يَقْط۪ينٍۚ١٤٦146 - Onun için, geniş yapraklı bir bitki yetiştirdik.
  • وَاَرْسَلْنَاهُ اِلٰى مِائَةِ اَلْفٍ اَوْ يَز۪يدُونَۚ١٤٧147 - Onu, yüzbin veya daha çok kişiye peygamber olarak gönderdik.
  • فَاٰمَنُوا فَمَتَّعْنَاهُمْ اِلٰى ح۪ينٍۜ١٤٨148 - Sonunda ona inandılar, bunun üzerine Biz de onları bir süreye kadar geçindirdik.
  • فَاسْتَفْتِهِمْ اَلِرَبِّكَ الْبَنَاتُ وَلَهُمُ الْبَنُونَۙ١٤٩149 - Putperestlere sor, kızlar senin Rabbinin de erkekler onların mı?
  • اَمْ خَلَقْنَا الْمَلٰٓئِكَةَ اِنَاثاً وَهُمْ شَاهِدُونَ١٥٠150 - Yoksa melekleri kız olarak yarattığımızda onlar hazır mı idiler?
  • اَلَٓا اِنَّهُمْ مِنْ اِفْكِهِمْ لَيَقُولُونَۙ١٥١151 - Dikkat edin; doğrusu onlar yalan uydurup söylüyorlar, "Allah doğurdu" diyorlar. Onlar şüphesiz yalancıdırlar.
  • وَلَدَ اللّٰهُۙ وَاِنَّهُمْ لَكَاذِبُونَ١٥٢152 - Dikkat edin; doğrusu onlar yalan uydurup söylüyorlar, "Allah doğurdu" diyorlar. Onlar şüphesiz yalancıdırlar.
  • اَصْطَفَى الْبَنَاتِ عَلَى الْبَن۪ينَۜ١٥٣153 - Allah kızları, oğullara tercih mi etmiş?
  • مَا لَـكُمْ۠ كَيْفَ تَحْكُمُونَ١٥٤154 - Ne oluyorsunuz? Ne biçim hükmediyorsunuz?
  • اَفَلَا تَذَكَّرُونَۚ١٥٥155 - Hiç düşünmez misiniz?
  • اَمْ لَـكُمْ سُلْطَانٌ مُب۪ينٌۙ١٥٦156 - Yoksa apaçık bir deliliniz mi var?
  • فَأْتُوا بِكِتَابِكُمْ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ١٥٧157 - Doğru sözlülerden iseniz, kitabınızı getirin bakalım.
  • وَجَعَلُوا بَيْنَهُ وَبَيْنَ الْجِنَّةِ نَسَباًۜ وَلَقَدْ عَلِمَتِ الْجِنَّةُ اِنَّهُمْ لَمُحْضَرُونَۙ١٥٨158 - Allah'la cinler (melekler) arasında da bir soy bağı icadettiler. And olsun ki, cinler de, kendilerinin (bunu söyleyenlerin) hesap yerine götürüleceklerini bilirler.
  • سُبْحَانَ اللّٰهِ عَمَّا يَصِفُونَۙ١٥٩159 - Allah onların vasıflandırmalarından münezzehtir.
  • اِلَّا عِبَادَ اللّٰهِ الْمُخْلَص۪ينَ١٦٠160 - Allah'ın içten bağlı kulları bunların dışındadır.
  • فَاِنَّكُمْ وَمَا تَعْبُدُونَۙ١٦١161 - Sizler ve taptığınız şeyler, cehenneme girecek kimseden başkasını Allah'a karşı azdırıcı değilsiniz.
  • مَٓا اَنْتُمْ عَلَيْهِ بِفَاتِن۪ينَۙ١٦٢162 - Sizler ve taptığınız şeyler, cehenneme girecek kimseden başkasını Allah'a karşı azdırıcı değilsiniz.
  • اِلَّا مَنْ هُوَ صَالِ الْجَح۪يمِ١٦٣163 - Sizler ve taptığınız şeyler, cehenneme girecek kimseden başkasını Allah'a karşı azdırıcı değilsiniz.
  • وَمَا مِنَّٓا اِلَّا لَهُ مَقَامٌ مَعْلُومٌ١٦٤164 - Melekler şöyle derler: "Bizim her birimizin bilinen bir makamı vardır. Şüphesiz biz sıra sıra duranlarız, şüphesiz biz Allah'ı tesbih edenleriz."
  • وَاِنَّا لَنَحْنُ الصَّٓافُّونَۚ١٦٥165 - Melekler şöyle derler: "Bizim her birimizin bilinen bir makamı vardır. Şüphesiz biz sıra sıra duranlarız, şüphesiz biz Allah'ı tesbih edenleriz."
  • وَاِنَّا لَنَحْنُ الْمُسَبِّحُونَ١٦٦166 - Melekler şöyle derler: "Bizim her birimizin bilinen bir makamı vardır. Şüphesiz biz sıra sıra duranlarız, şüphesiz biz Allah'ı tesbih edenleriz."
  • وَاِنْ كَانُوا لَيَقُولُونَۙ١٦٧167 - Putperestler: "Öncekilerde olduğu gibi bizde de bir kitap olsaydı, Allah'ın O'na içten bağlanan kulları olurduk" derlerdi.
  • لَوْ اَنَّ عِنْدَنَا ذِكْراً مِنَ الْاَوَّل۪ينَۙ١٦٨168 - Putperestler: "Öncekilerde olduğu gibi bizde de bir kitap olsaydı, Allah'ın O'na içten bağlanan kulları olurduk" derlerdi.
  • لَـكُنَّا عِبَادَ اللّٰهِ الْمُخْلَص۪ينَ١٦٩169 - Putperestler: "Öncekilerde olduğu gibi bizde de bir kitap olsaydı, Allah'ın O'na içten bağlanan kulları olurduk" derlerdi.
  • فَـكَفَرُوا بِه۪ۚ فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ١٧٠170 - Böyleyken O'nu inkar ettiler. Ama bileceklerdir.
  • وَلَقَدْ سَبَقَتْ كَلِمَتُنَا لِعِبَادِنَا الْمُرْسَل۪ينَۚ١٧١171 - And olsun ki, peygamber kullarımıza söz vermişizdir.
  • اِنَّهُمْ لَهُمُ الْمَنْصُورُونَۖ١٧٢172 - Onlar şüphesiz yardım göreceklerdir.
  • وَاِنَّ جُنْدَنَا لَهُمُ الْغَالِبُونَ١٧٣173 - Bizim ordumuz şüphesiz üstün gelecektir.
  • فَتَوَلَّ عَنْهُمْ حَتّٰى ح۪ينٍۙ١٧٤174 - Bir süreye kadar onlara aldırış etme.
  • وَاَبْصِرْهُمْ فَسَوْفَ يُبْصِرُونَ١٧٥175 - Onlara inecek azabı gözetle, onlar da göreceklerdir.
  • اَفَبِعَذَابِنَا يَسْتَعْجِلُونَ١٧٦176 - Azabımıza uğramakta acele mi ediyorlar?
  • فَاِذَا نَزَلَ بِسَاحَتِهِمْ فَسَٓاءَ صَبَاحُ الْمُنْذَر۪ينَ١٧٧177 - O azap, yurtlarına indiğinde, uyarılan fakat yola gelmeyenlerin sabahı ne kötü olur!
  • وَتَوَلَّ عَنْهُمْ حَتّٰى ح۪ينٍۙ١٧٨178 - Bir süreye kadar onlardan yüz çevir.
  • وَاَبْصِرْ فَسَوْفَ يُبْصِرُونَ١٧٩179 - İnecek azabı gözetle, onlar da göreceklerdir.
  • سُبْحَانَ رَبِّكَ رَبِّ الْعِزَّةِ عَمَّا يَصِفُونَۚ١٨٠180 - Senin güçlü olan Rabbin, onların vasıflandırmalarından münezzehtir.
  • وَسَلَامٌ عَلَى الْمُرْسَل۪ينَۚ١٨١181 - Ve selam, peygamberleredir.
  • وَالْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ١٨٢182 - Hamd de Alemlerin Rabbi Allah'adır.

Kısalar…

Samet Karaca
Eğer üzüntü ve sıkıntı içindeysen bu duayı oku...
Samet Karaca
Dünyayı nasıl fethedersiniz?
Samet Karaca
Tevekkül, huzura açılan kapının anahtarıdır!
Samet Karaca
Müslüman neden zulme karşı savaşmalı: وَمَا لَكُمْ لَا تُقَاتِلُونَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ وَالْمُسْتَضْعَف۪ينَ مِنَ الرِّجَالِ وَالنِّسَٓاءِ وَالْوِلْدَانِ الَّذ۪ينَ يَقُولُونَ رَبَّنَٓا اَخْرِجْنَا مِنْ هٰذِهِ الْقَرْيَةِ الظَّالِمِ اَهْلُهَاۚ وَاجْعَلْ لَنَا مِنْ لَدُنْكَ وَلِياًّۚ وَاجْعَلْ لَنَا مِنْ لَدُنْكَ نَص۪يراًۜ
Size ne oluyor da: "Rabbimiz! Bizi halkı zalim olan bu şehirden çıkar, katından bize bir sahip çıkan gönder, katından bize bir yardımcı gönder" diyen zavallı çocuklar, erkekler ve kadınlar uğrunda ve Allah yolunda savaşmıyorsunuz? (Nisa - 75)
Samet Karaca
Kur'an-ı Kerim basit bir kitap değildir. Bir ayetten 3 kişi 3 ayrı mana çıkarır; Avam : Okuduğu gibi anlar (meal). Alim: Okuduğunu hadis ve sünnetle birleştirip tefsir eder (yorumlar). Arif: Ayetin Allah katındaki gerçek manasını anlar. Arapça okunan Ku'ran-ı Kerim gerçek manaya isabet eder!
Samet Karaca
Hayırlı dualarınızın kabul olması için bu ayeti kesinlikle okuyun! اَللّٰهُمَّ فَاطِرَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ عَالِمَ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ اَنْتَ تَحْكُمُ بَيْنَ عِبَادِكَ ف۪يمَا كَانُوا ف۪يهِ يَخْتَلِفُونَ (Zümer - 46)
Samet Karaca
Kudüsü fethedecek ordunun İstanbul'dan gideceğine dair hadis | İhsan Şenocak
Samet Karaca
Hak Dava
Samet Karaca
Daha Fazla Gör

Popüler