Vakıa Suresi ve Meali

  • بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
  • اِذَا وَقَعَتِ الْوَاقِعَةُۙ١1 - Kıyamet koptuğunda kimini alçaltacak ve kimini yükseltecek olan o hadisenin yalan olmadığı ortaya çıkacaktır.
  • لَيْسَ لِوَقْعَتِهَا كَاذِبَةٌۢ٢2 - Kıyamet koptuğunda kimini alçaltacak ve kimini yükseltecek olan o hadisenin yalan olmadığı ortaya çıkacaktır.
  • خَافِضَةٌ رَافِعَةٌۙ٣3 - Kıyamet koptuğunda kimini alçaltacak ve kimini yükseltecek olan o hadisenin yalan olmadığı ortaya çıkacaktır.
  • اِذَا رُجَّتِ الْاَرْضُ رَجاًّۙ٤4 - Ey insanlar! Yer sarsıldıkça sarsıldığı, dağlar ufalandıkça ufalanıp da toz duman haline geldiği zaman, siz de üç sınıf olursunuz.
  • وَبُسَّتِ الْجِبَالُ بَساًّۙ٥5 - Ey insanlar! Yer sarsıldıkça sarsıldığı, dağlar ufalandıkça ufalanıp da toz duman haline geldiği zaman, siz de üç sınıf olursunuz.
  • فَكَانَتْ هَبَٓاءً مُنْبَثاًّۙ٦6 - Ey insanlar! Yer sarsıldıkça sarsıldığı, dağlar ufalandıkça ufalanıp da toz duman haline geldiği zaman, siz de üç sınıf olursunuz.
  • وَكُنْتُمْ اَزْوَاجاً ثَلٰثَةًۜ٧7 - Ey insanlar! Yer sarsıldıkça sarsıldığı, dağlar ufalandıkça ufalanıp da toz duman haline geldiği zaman, siz de üç sınıf olursunuz.
  • فَاَصْحَابُ الْمَيْمَنَةِ مَٓا اَصْحَابُ الْمَيْمَنَةِۜ٨8 - İyi işler işlediklerini belirtmek için, amel defterleri sağdan verilenler; ne mutlu o sağcılara!
  • وَاَصْحَابُ الْمَشْـَٔمَةِ مَٓا اَصْحَابُ الْمَشْـَٔمَةِۜ٩9 - Kötülük işlediklerini belirtmek üzere, amel defterleri soldan verilenler; ne yazık o solculara!
  • وَالسَّابِقُونَ السَّابِقُونَۙ١٠10 - İyilik işlemekte önde olanlar, karşılıklarını almakta da önde olanlardır.
  • اُو۬لٰٓئِكَ الْمُقَرَّبُونَۚ١١11 - Naim cennetlerinde Allah'a en çok yaklaştırılmış olanlar işte bunlardır.
  • ف۪ي جَنَّاتِ النَّع۪يمِ١٢12 - Naim cennetlerinde Allah'a en çok yaklaştırılmış olanlar işte bunlardır.
  • ثُلَّةٌ مِنَ الْاَوَّل۪ينَۙ١٣13 - Onların büyük kısmı eski ümmetlerden, bir kısmı da sonrakilerdendir.
  • وَقَل۪يلٌ مِنَ الْاٰخِر۪ينَۜ١٤14 - Onların büyük kısmı eski ümmetlerden, bir kısmı da sonrakilerdendir.
  • عَلٰى سُرُرٍ مَوْضُونَةٍۙ١٥15 - Mücevheratla işlenmiş tahtlara karşılıklı olarak yaslanırlar.
  • مُتَّكِـ۪ٔينَ عَلَيْهَا مُتَقَابِل۪ينَ١٦16 - Mücevheratla işlenmiş tahtlara karşılıklı olarak yaslanırlar.
  • يَطُوفُ عَلَيْهِمْ وِلْدَانٌ مُخَلَّدُونَۙ١٧17 - Ölümsüz gençler yanlarında, baş ağrısı ve dönmesi vermeyen bembeyaz bir kaynaktan doldurulmuş kaseler, ibrikler, kadehler; seçecekleri meyveler, arzulayacakları kuş eti ile dolaşırlar.
  • بِاَكْوَابٍ وَاَبَار۪يقَ وَكَأْسٍ مِنْ مَع۪ينٍۙ١٨18 - Ölümsüz gençler yanlarında, baş ağrısı ve dönmesi vermeyen bembeyaz bir kaynaktan doldurulmuş kaseler, ibrikler, kadehler; seçecekleri meyveler, arzulayacakları kuş eti ile dolaşırlar.
  • لَا يُصَدَّعُونَ عَنْهَا وَلَا يُنْزِفُونَۙ١٩19 - Ölümsüz gençler yanlarında, baş ağrısı ve dönmesi vermeyen bembeyaz bir kaynaktan doldurulmuş kaseler, ibrikler, kadehler; seçecekleri meyveler, arzulayacakları kuş eti ile dolaşırlar.
  • وَفَاكِهَةٍ مِمَّا يَتَخَيَّرُونَۙ٢٠20 - Ölümsüz gençler yanlarında, baş ağrısı ve dönmesi vermeyen bembeyaz bir kaynaktan doldurulmuş kaseler, ibrikler, kadehler; seçecekleri meyveler, arzulayacakları kuş eti ile dolaşırlar.
  • وَلَحْمِ طَيْرٍ مِمَّا يَشْتَهُونَۜ٢١21 - Ölümsüz gençler yanlarında, baş ağrısı ve dönmesi vermeyen bembeyaz bir kaynaktan doldurulmuş kaseler, ibrikler, kadehler; seçecekleri meyveler, arzulayacakları kuş eti ile dolaşırlar.
  • وَحُورٌ ع۪ينٌۙ٢٢22 - İşlediklerine karşılık olarak, sedefteki inciler gibi ceylan gözlüler vardır. Orada boş ve günaha sokacak bir söz duymazlar.
  • كَاَمْثَالِ اللُّؤْلُؤِ۬ الْمَكْنُونِۚ٢٣23 - İşlediklerine karşılık olarak, sedefteki inciler gibi ceylan gözlüler vardır. Orada boş ve günaha sokacak bir söz duymazlar.
  • جَزَٓاءً بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ٢٤24 - İşlediklerine karşılık olarak, sedefteki inciler gibi ceylan gözlüler vardır. Orada boş ve günaha sokacak bir söz duymazlar.
  • لَا يَسْمَعُونَ ف۪يهَا لَغْواً وَلَا تَأْث۪يماًۙ٢٥25 - Sadece selama karşılık selam sözü işitirler.
  • اِلَّا ق۪يلاً سَلَاماً سَلَاماً٢٦26 - Defterleri sağdan verilenler; ne mutlu o sağcılara!
  • وَاَصْحَابُ الْيَم۪ينِ مَٓا اَصْحَابُ الْيَم۪ينِۜ٢٧27 - Onlar dikensiz sedir ağaçları, salkımları sarkmış muz ağaçları, uzamış gölge altında, çağlayarak akan sular kenarlarında; bitip tükenmeyen ve yasak da edilmeyen bol meyveler arasında; yüksek döşekler üzerindedirler.
  • ف۪ي سِدْرٍ مَخْضُودٍۙ٢٨28 - Onlar dikensiz sedir ağaçları, salkımları sarkmış muz ağaçları, uzamış gölge altında, çağlayarak akan sular kenarlarında; bitip tükenmeyen ve yasak da edilmeyen bol meyveler arasında; yüksek döşekler üzerindedirler.
  • وَطَلْحٍ مَنْضُودٍۙ٢٩29 - Onlar dikensiz sedir ağaçları, salkımları sarkmış muz ağaçları, uzamış gölge altında, çağlayarak akan sular kenarlarında; bitip tükenmeyen ve yasak da edilmeyen bol meyveler arasında; yüksek döşekler üzerindedirler.
  • وَظِلٍّ مَمْدُودٍۙ٣٠30 - Onlar dikensiz sedir ağaçları, salkımları sarkmış muz ağaçları, uzamış gölge altında, çağlayarak akan sular kenarlarında; bitip tükenmeyen ve yasak da edilmeyen bol meyveler arasında; yüksek döşekler üzerindedirler.
  • وَمَٓاءٍ مَسْكُوبٍۙ٣١31 - Onlar dikensiz sedir ağaçları, salkımları sarkmış muz ağaçları, uzamış gölge altında, çağlayarak akan sular kenarlarında; bitip tükenmeyen ve yasak da edilmeyen bol meyveler arasında; yüksek döşekler üzerindedirler.
  • وَفَاكِهَةٍ كَث۪يرَةٍۙ٣٢32 - Onlar dikensiz sedir ağaçları, salkımları sarkmış muz ağaçları, uzamış gölge altında, çağlayarak akan sular kenarlarında; bitip tükenmeyen ve yasak da edilmeyen bol meyveler arasında; yüksek döşekler üzerindedirler.
  • لَا مَقْطُوعَةٍ وَلَا مَمْنُوعَةٍۙ٣٣33 - Onlar dikensiz sedir ağaçları, salkımları sarkmış muz ağaçları, uzamış gölge altında, çağlayarak akan sular kenarlarında; bitip tükenmeyen ve yasak da edilmeyen bol meyveler arasında; yüksek döşekler üzerindedirler.
  • وَفُرُشٍ مَرْفُوعَةٍۜ٣٤34 - Onlar dikensiz sedir ağaçları, salkımları sarkmış muz ağaçları, uzamış gölge altında, çağlayarak akan sular kenarlarında; bitip tükenmeyen ve yasak da edilmeyen bol meyveler arasında; yüksek döşekler üzerindedirler.
  • اِنَّٓا اَنْشَأْنَاهُنَّ اِنْشَٓاءًۙ٣٥35 - Biz ceylan gözlüleri, defterleri sağdan verilenler için yeniden yaratmışızdır; onları bakire, eşlerine düşkün ve hepsini bir yaşta kılmışızdır.
  • فَجَعَلْنَاهُنَّ اَبْكَاراًۙ٣٦36 - Biz ceylan gözlüleri, defterleri sağdan verilenler için yeniden yaratmışızdır; onları bakire, eşlerine düşkün ve hepsini bir yaşta kılmışızdır.
  • عُـرُباً اَتْـرَاباًۙ٣٧37 - Biz ceylan gözlüleri, defterleri sağdan verilenler için yeniden yaratmışızdır; onları bakire, eşlerine düşkün ve hepsini bir yaşta kılmışızdır.
  • لِاَصْحَـابِ الْيَم۪ينِۜ ۟٣٨38 - Biz ceylan gözlüleri, defterleri sağdan verilenler için yeniden yaratmışızdır; onları bakire, eşlerine düşkün ve hepsini bir yaşta kılmışızdır.
  • ثُلَّةٌ مِنَ الْاَوَّل۪ينَۙ٣٩39 - Bunların bir kısmı eski ümmetlerden, bir kısmı da sonrakilerdendir.
  • وَثُلَّةٌ مِنَ الْاٰخِر۪ينَۜ٤٠40 - Bunların bir kısmı eski ümmetlerden, bir kısmı da sonrakilerdendir.
  • وَاَصْحَابُ الشِّمَالِۙ مَٓا اَصْحَابُ الشِّمَالِۜ٤١41 - Defterleri soldan verilenler; ne yazık o solculara!
  • ف۪ي سَمُومٍ وَحَم۪يمٍۙ٤٢42 - İnsanın içine işleyen bir sıcaklık ve kaynar su içinde, serinliği ve hoşluğu olmayan kara bir dumanın gölgesinde bulunurlar.
  • وَظِلٍّ مِنْ يَحْمُومٍۙ٤٣43 - İnsanın içine işleyen bir sıcaklık ve kaynar su içinde, serinliği ve hoşluğu olmayan kara bir dumanın gölgesinde bulunurlar.
  • لَا بَارِدٍ وَلَا كَر۪يمٍ٤٤44 - İnsanın içine işleyen bir sıcaklık ve kaynar su içinde, serinliği ve hoşluğu olmayan kara bir dumanın gölgesinde bulunurlar.
  • اِنَّهُمْ كَانُوا قَبْلَ ذٰلِكَ مُتْرَف۪ينَۚ٤٥45 - Çünkü onlar, bundan önce, dünyada, nimet içinde bulunurlar iken, büyük günah işlemekte direnir dururlardı.
  • وَكَانُوا يُصِرُّونَ عَلَى الْحِنْثِ الْعَظ۪يمِۚ٤٦46 - Çünkü onlar, bundan önce, dünyada, nimet içinde bulunurlar iken, büyük günah işlemekte direnir dururlardı.
  • وَكَانُوا يَقُولُونَ اَئِذَا مِتْنَا وَكُنَّا تُرَاباً وَعِظَاماً ءَاِنَّا لَمَبْعُوثُونَۙ٤٧47 - Şöyle söylerlerdi: "Öldüğümüzde, toprak ve kemik yığını olduğumuzda mı, biz mi tekrar dirileceğiz?"
  • اَوَاٰبَٓاؤُ۬نَا الْاَوَّلُونَ٤٨48 - "Önce gelip geçmiş babalarımız da mı?"
  • قُلْ اِنَّ الْاَوَّل۪ينَ وَالْاٰخِر۪ينَۙ٤٩49 - De ki: "Şüphesiz öncekiler de, sonrakiler de belli bir günün belirli bir vaktinde toplanacaklardır."
  • لَمَجْمُوعُونَ اِلٰى م۪يقَاتِ يَوْمٍ مَعْلُومٍ٥٠50 - De ki: "Şüphesiz öncekiler de, sonrakiler de belli bir günün belirli bir vaktinde toplanacaklardır."
  • ثُمَّ اِنَّكُمْ اَيُّهَا الضَّٓالُّونَ الْمُكَذِّبُونَۙ٥١51 - Sonra, siz ey sapıklar, yalanlayanlar!
  • لَاٰكِلُونَ مِنْ شَجَرٍ مِنْ زَقُّومٍۙ٥٢52 - Doğrusu bir zakkum ağacından yiyeceksiniz.
  • فَمَالِـؤُ۫نَ مِنْهَا الْبُطُونَۚ٥٣53 - Karınlarınızı onunla dolduracaksınız;
  • فَشَارِبُونَ عَلَيْهِ مِنَ الْحَم۪يمِۚ٥٤54 - Onun üzerine kaynar su içeceksiniz;
  • فَشَارِبُونَ شُرْبَ الْه۪يمِۜ٥٥55 - Hem de susamış develerin suya saldırışı gibi içeceksiniz;
  • هٰذَا نُزُلُهُمْ يَوْمَ الدّ۪ينِۜ٥٦56 - İşte onlara, ceza günü sunulacak konukluk budur.
  • نَحْنُ خَلَقْنَاكُمْ فَلَوْلَا تُصَدِّقُونَ۟٥٧57 - Sizi yaratan Biziz; hala tasdik etmez misiniz?
  • اَفَرَاَيْتُمْ مَا تُمْنُونَۜ٥٨58 - Söyleyin; akıttığınız meniden insanı yaratan siz misiniz, yoksa Biz mi yaratmaktayız?
  • ءَاَنْتُمْ تَخْلُقُونَهُٓ اَمْ نَحْنُ الْخَالِقُونَ٥٩59 - Söyleyin; akıttığınız meniden insanı yaratan siz misiniz, yoksa Biz mi yaratmaktayız?
  • نَحْنُ قَدَّرْنَا بَيْنَكُمُ الْمَوْتَ وَمَا نَحْنُ بِمَسْبُوق۪ينَۙ٦٠60 - Ölümü aranızda Biz tayin ettik; sizi ortadan kaldırıp benzerlerinizi yerinize getirmeyi, sizi bilmediğiniz şekilde var etmeyi dilesek kimse önümüze geçemez.
  • عَلٰٓى اَنْ نُبَدِّلَ اَمْثَالَكُمْ وَنُنْشِئَكُمْ ف۪ي مَا لَا تَعْلَمُونَ٦١61 - Ölümü aranızda Biz tayin ettik; sizi ortadan kaldırıp benzerlerinizi yerinize getirmeyi, sizi bilmediğiniz şekilde var etmeyi dilesek kimse önümüze geçemez.
  • وَلَقَدْ عَلِمْتُمُ النَّشْاَةَ الْاُو۫لٰى فَلَوْلَا تَذَكَّرُونَ٦٢62 - And olsun ki, ilk yaratmayı bilirsiniz, yine de düşünmez misiniz?
  • اَفَرَاَيْتُمْ مَا تَحْرُثُونَۜ٦٣63 - Söyleyin, ektiklerinizi yerden bitirenler sizler misiniz, yoksa Biz mi bitiriyoruz?
  • ءَاَنْتُمْ تَزْرَعُونَهُٓ اَمْ نَحْنُ الزَّارِعُونَ٦٤64 - Söyleyin, ektiklerinizi yerden bitirenler sizler misiniz, yoksa Biz mi bitiriyoruz?
  • لَوْ نَشَٓاءُ لَجَعَلْنَاهُ حُطَاماً فَظَلْتُمْ تَفَكَّهُونَ٦٥65 - Dilersek Biz onu çerçöp yaparız, şaşar kalırsınız; "Doğrusu borç altına girdik, hatta yoksun kaldık".
  • اِنَّا لَمُغْرَمُونَۙ٦٦66 - Dilersek Biz onu çerçöp yaparız, şaşar kalırsınız; "Doğrusu borç altına girdik, hatta yoksun kaldık".
  • بَلْ نَحْنُ مَحْرُومُونَ٦٧67 - Dilersek Biz onu çerçöp yaparız, şaşar kalırsınız; "Doğrusu borç altına girdik, hatta yoksun kaldık".
  • اَفَرَاَيْتُمُ الْمَٓاءَ الَّذ۪ي تَشْرَبُونَۜ٦٨68 - Söyleyin; içtiğiniz suyu buluttan indirenler sizler misiniz yoksa onu Biz mi indiririz?
  • ءَاَنْتُمْ اَنْزَلْتُمُوهُ مِنَ الْمُزْنِ اَمْ نَحْنُ الْمُنْزِلُونَ٦٩69 - Söyleyin; içtiğiniz suyu buluttan indirenler sizler misiniz yoksa onu Biz mi indiririz?
  • لَوْ نَشَٓاءُ جَعَلْنَاهُ اُجَاجاً فَلَوْلَا تَشْكُرُونَ٧٠70 - Dileseydik onu acılaştırırdık; hala şükretmez misiniz?
  • اَفَرَاَيْتُمُ النَّارَ الَّت۪ي تُورُونَۜ٧١71 - Söyleyin; yaktığınız ateşin ağacını var eden sizler misiniz, yoksa onu Biz mi var ederiz?
  • ءَاَنْتُمْ اَنْشَأْتُمْ شَجَرَتَـهَٓا اَمْ نَحْنُ الْمُنْشِؤُ۫نَ٧٢72 - Söyleyin; yaktığınız ateşin ağacını var eden sizler misiniz, yoksa onu Biz mi var ederiz?
  • نَحْنُ جَعَلْنَاهَا تَذْكِرَةً وَمَتَاعاً لِلْمُقْو۪ينَۚ٧٣73 - Biz onu bir ibret ve çölde konaklayanlar için yararlı kıldık.
  • فَسَبِّحْ بِاسْمِ رَبِّكَ الْعَظ۪يمِ۟٧٤74 - Öyleyse çok büyük Rabbinin adını tesbih et.
  • فَلَٓا اُقْسِمُ بِمَوَاقِـعِ النُّجُومِۙ٧٥75 - Hayır; yıldızların yerleri üzerine yemin ederim; ki bunun ne büyük yemin olduğunu bir bilseniz!
  • وَاِنَّهُ لَقَسَمٌ لَوْ تَعْلَمُونَ عَظ۪يمٌۙ٧٦76 - Hayır; yıldızların yerleri üzerine yemin ederim; ki bunun ne büyük yemin olduğunu bir bilseniz!
  • اِنَّهُ لَقُرْاٰنٌ كَر۪يمٌۙ٧٧77 - Doğrusu bu Kitap, sadece arınmış olanların dokunabileceği, saklı bir Kitap'da mevcutken Alemlerin Rabbi tarafından indirilmiş olan Kuranı Kerim'dir.
  • ف۪ي كِتَابٍ مَكْنُونٍۙ٧٨78 - Doğrusu bu Kitap, sadece arınmış olanların dokunabileceği, saklı bir Kitap'da mevcutken Alemlerin Rabbi tarafından indirilmiş olan Kuranı Kerim'dir.
  • لَا يَمَسُّهُٓ اِلَّا الْمُطَهَّرُونَۜ٧٩79 - Doğrusu bu Kitap, sadece arınmış olanların dokunabileceği, saklı bir Kitap'da mevcutken Alemlerin Rabbi tarafından indirilmiş olan Kuranı Kerim'dir.
  • تَنْز۪يلٌ مِنْ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ٨٠80 - Doğrusu bu Kitap, sadece arınmış olanların dokunabileceği, saklı bir Kitap'da mevcutken Alemlerin Rabbi tarafından indirilmiş olan Kuranı Kerim'dir.
  • اَفَبِهٰذَا الْحَد۪يثِ اَنْتُمْ مُدْهِنُونَۙ٨١81 - Siz bu sözü mü hor görüyorsunuz?
  • وَتَجْعَلُونَ رِزْقَـكُمْ اَنَّكُمْ تُكَذِّبُونَ٨٢82 - Rızkınıza şükredeceğiniz yere onu vereni mi yalanlıyorsunuz?
  • فَلَوْلَٓا اِذَا بَلَغَتِ الْحُلْقُومَۙ٨٣83 - Kişinin canı boğaza dayanınca ve siz o zaman bakıp kalırken, Biz o kişiye sizden daha yakınızdır, ama görmezsiniz.
  • وَاَنْتُمْ ح۪ينَئِذٍ تَنْظُرُونَۙ٨٤84 - Kişinin canı boğaza dayanınca ve siz o zaman bakıp kalırken, Biz o kişiye sizden daha yakınızdır, ama görmezsiniz.
  • وَنَحْنُ اَقْرَبُ اِلَيْهِ مِنْكُمْ وَلٰـكِنْ لَا تُبْصِرُونَ٨٥85 - Kişinin canı boğaza dayanınca ve siz o zaman bakıp kalırken, Biz o kişiye sizden daha yakınızdır, ama görmezsiniz.
  • فَلَوْلَٓا اِنْ كُنْتُمْ غَيْرَ مَد۪ين۪ينَۙ٨٦86 - Siz dirilip yaptıklarınıza karşılık görmeyecekseniz ve eğer bu sözünüzde samimi iseniz, o çıkmak üzere olan canı geri çevirsenize!
  • تَرْجِعُونَـهَٓا اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ٨٧87 - Siz dirilip yaptıklarınıza karşılık görmeyecekseniz ve eğer bu sözünüzde samimi iseniz, o çıkmak üzere olan canı geri çevirsenize!
  • فَاَمَّٓا اِنْ كَانَ مِنَ الْمُقَرَّب۪ينَۙ٨٨88 - Eğer ölen o kişi, gözdelerden ise, rahatlık, hoşluk ve nimet cenneti onundur.
  • فَرَوْحٌ وَرَيْحَانٌ وَجَنَّتُ نَع۪يمٍ٨٩89 - Eğer ölen o kişi, gözdelerden ise, rahatlık, hoşluk ve nimet cenneti onundur.
  • وَاَمَّٓا اِنْ كَانَ مِنْ اَصْحَابِ الْيَم۪ينِۙ٩٠90 - Eğer defteri sağdan verilenlerden ise,
  • فَسَلَامٌ لَكَ مِنْ اَصْحَابِ الْيَم۪ينِ٩١91 - "Ey sağcılardan olan kişi, sana selam olsun!" denir.
  • وَاَمَّٓا اِنْ كَانَ مِنَ الْمُكَذِّب۪ينَ الضَّٓالّ۪ينَۙ٩٢92 - Eğer, sapık yalancılardan ise,
  • فَنُزُلٌ مِنْ حَم۪يمٍۙ٩٣93 - Ona kaynar sudan konukluk sunulur.
  • وَتَصْلِيَةُ جَح۪يمٍۙ٩٤94 - Cehenneme sokulur.
  • اِنَّ هٰذَا لَهُوَ حَقُّ الْيَق۪ينِۚ٩٥95 - Doğrusu kesin gerçek budur.
  • فَسَبِّـحْ بِاسْمِ رَبِّكَ الْعَظ۪يمِ٩٦96 - Öyleyse çok büyük Rabbinin adını tesbih et.

Kısalar…

Samet Karaca
Eğer üzüntü ve sıkıntı içindeysen bu duayı oku...
Samet Karaca
Dünyayı nasıl fethedersiniz?
Samet Karaca
Tevekkül, huzura açılan kapının anahtarıdır!
Samet Karaca
Müslüman neden zulme karşı savaşmalı: وَمَا لَكُمْ لَا تُقَاتِلُونَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ وَالْمُسْتَضْعَف۪ينَ مِنَ الرِّجَالِ وَالنِّسَٓاءِ وَالْوِلْدَانِ الَّذ۪ينَ يَقُولُونَ رَبَّنَٓا اَخْرِجْنَا مِنْ هٰذِهِ الْقَرْيَةِ الظَّالِمِ اَهْلُهَاۚ وَاجْعَلْ لَنَا مِنْ لَدُنْكَ وَلِياًّۚ وَاجْعَلْ لَنَا مِنْ لَدُنْكَ نَص۪يراًۜ
Size ne oluyor da: "Rabbimiz! Bizi halkı zalim olan bu şehirden çıkar, katından bize bir sahip çıkan gönder, katından bize bir yardımcı gönder" diyen zavallı çocuklar, erkekler ve kadınlar uğrunda ve Allah yolunda savaşmıyorsunuz? (Nisa - 75)
Samet Karaca
Kur'an-ı Kerim basit bir kitap değildir. Bir ayetten 3 kişi 3 ayrı mana çıkarır; Avam : Okuduğu gibi anlar (meal). Alim: Okuduğunu hadis ve sünnetle birleştirip tefsir eder (yorumlar). Arif: Ayetin Allah katındaki gerçek manasını anlar. Arapça okunan Ku'ran-ı Kerim gerçek manaya isabet eder!
Samet Karaca
Hayırlı dualarınızın kabul olması için bu ayeti kesinlikle okuyun! اَللّٰهُمَّ فَاطِرَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ عَالِمَ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ اَنْتَ تَحْكُمُ بَيْنَ عِبَادِكَ ف۪يمَا كَانُوا ف۪يهِ يَخْتَلِفُونَ (Zümer - 46)
Samet Karaca
Kudüsü fethedecek ordunun İstanbul'dan gideceğine dair hadis | İhsan Şenocak
Samet Karaca
Hak Dava
Samet Karaca
Daha Fazla Gör

Popüler